29 Mayıs 2013 Çarşamba




 Zaman'la Gecer'mi ?....


Zamanla geçer, derler. Geçer elbet. Ama, zaman geçer. Geçip gider üstüne bir çizik atarak. Bazen ekleyip sana, bazen senden birer birer çıkartarak. Zaman geçer gider hiç bakmadan ardına, geçmişe hiç takılmadan, seni hiç görüp duymadan. Ama sen geçmezsen eğer o zamandan, içindeki yaradan, acıdan, karanlıktan vazgeçip de kaldırmazsan eğer başını gökyüzüne, geçmez işte. Gerçekten bitmesi için zamanla değil, zamandan hiç değil, senden geçmesi gerek önce...

İşte sırf bu yüzden dostum öncelik sen olmalısın, öncelik sensin. Aşk, acı, hüzün, mutluluk kısaca hayat adına iyi kötü ne varsa onlar zaten en başından beri senin içinde. Sadece biri veya birşeyler gün yüzüne çıkarıyor içinde olanı. Evet dışarı çıkarmalarına, yaşamalarına ve yaşatmalarına izin ver. Ama senin içindeki hayatın, senin hayatının sahibi olmalarına sakın izin verme. Çünkü o sana ait sadece, bir başkasına değil. Bir başkası onu gün yüzüne çıkardı diye, asla böyle bir hakka sahip değil. Olamaz da...

Aynen öyle, yavaş yavaş çıkacaksın yüzeye. Ve evet, bazen yüzeye ulaşmak için dibe vurmak gerekir senin de dediğin gibi. Arada sırada tek bir sözle, tek bir bakışla yalpaladığın olacak. Yüzeye vardım sandığında, daha çok uzağında olduğunu fark ettiğin zamanlar olacak. Elinin, ayağının, aklının, yüreğinin uyuştuğu, tutmadığı anlar olacak. Sen geçmişi ardında bırakmaya çalıştıkça, geçmiş senin üzerine abanıyormuşcasına, boğuluyorum sandığın zamanlar olacak. Hatta ayağına takılı bir taş gibi seni tekrar dibe çektiği anlar da olacak. Ama eğer o taşı ayağına bağlayanın kendin olduğunu, en dibe inebileceğin gibi, istersen o halatı çözüp yüzeye çıkmanın da sadece senin elinde olduğunu unutmazsan o zamanların hepsinden geçer gidersin. Ve sen bunu yapabilirsin dostum. Sen bu güce sahipsin.

O yüzden içindeki deniz seni boğmadan, geçmişinde boğulmadan, çok geç olmadan çevir hadi başını tekrar gökyüzüne...


                                                      
                                                   

Nazar Boncugu Ve Uzaktaki Kadın.....


Yaşamın çekilmemiş tetiklerinde izini sürüyorsun geçmişinin. Geleceğin namlunun ucundaki bir bakışa endekslenmiş. Öyle fazla ki yükün, görünenin ağırlığı sinmiş omuzlarına. Görünmeyenlerse yüreğinde. Taşıdıklarının çoğu emaneten aslında. Atılmamış bir kurşun ağırlığında kabullenişin.

Hani diyorsun ya bana şaşkınım ben diye. Senin şaşkınlığın arada kalmışlığın aslında. Yastık altında sakladığın düşlerinin gün yüzüne çıkmış hali. Sen gerçek hayatın kıyısında, düşlerinle aynı hizada yaşıyorsun.

Bir adımın, adının katili de olabilir canını yakan, içine sevgi katan en vefalı sevgilisi de, biliyorsun. Attığın her adımda yaşamına dair en derin izleri açıyorsun belleğinde. En kanlısından en tatlı dokunuşuna kadar unutulmayanlar yığılıyor beyninin odacıklarında. Sen hepsine inat her odayı farklı boyuyorsun ve en çok da maviyi seçiyorsun kendine. Ezberindekilerle örtüyorsun geceleri üzerini, üşümemek için. Her sabah gözünü ezberleyemediklerine açıyorsun.

Hani diyorsun ya bana ben korkağım diye. Değilsin sen de biliyorsun. Kırılgan ve yorgun ruhunun aynadaki yansıması bu sadece. Çocuk halinin avaz avaz isyanı. Büyümüşlüğünün elinde elma şekeri, çocuk halini kandırmacası. Tozlu albümlerde sıkışıp kalmışlığın baki değil. Sen en renkli fotoğraflarda en güzel pozunu vermek için doğru zamanı bekliyorsun.

Sonu aynı biten bir öykünün iki ayrı tarafında karşılaştık birbirimizle. Çok uzak olan yolumuzu tesadüfler yakınlaştırdı. Giden kalanın, kalan gidenin halinden anlarmış dedik tarafsız kaldık. Bizim satırlarımızın yakınlığı kilometrelere dökülmüyor artık. Lastik izi yok yüreklerimizde. Yolculuğumuz sadece kelimelerle. Ziyaretlerimiz cümlelerimizde ağırlanıyor.

Hani diyorsun ya bana koca bir harita üzerinde yer edinmeye çalışıyorum diye. Sen yer edindiğin yüreklerden oluşan bir haritadasın aslında bu insan atlasında. Görünmeyecek kadar saklı, kendini göstermeyecek kadar naif, kırılgan. Ama bir o kadar kocaman. Sol göğsündeki nazar boncuğunu dağıtıyorsun etrafına sürekli. Her birinde biraz daha maviye boyanıyorsun. Biraz daha büyüyorsun.

Şimdilerde kendime aldığım nazar boncuğu elimde seni düşünüyorum sık sık. Gülümsüyorum çünkü biliyorum sesimi duyuyorsun. İyi olmanı, mutlu olmanı diliyorum ve hep mavilerle kalmanı. Birgün yolumuz satırbaşlarından sokak aralarına çıkarsa eğer aklımızın ve yüreğimizin yüzyüze gelmesini bekliyorum.

Ben oradan nasıl gözüktüğümü bilmiyorum...
Ama emin ol sen buradan çok güzel gözüküyorsun....




                                                                                                                Mehmet........


27 Mayıs 2013 Pazartesi

Bazen...


Bazen tek bir cümlede takılıp kalıyorsun; virgüle ihtiyaç duyulmamış, noktası çoktan konmuş tek bir cümle. Her kelime çekip gidiyor yanından, her sözcük başka başka anlamlarda başka başka hayatlarda yer buluyor. Gün geceye dönüyor kaç kez, iklim değişiyor. Bildiklerin bilmediklerine yenik, sen bir orada bir burada, ne kendine ne hayata sığmayan kimlikler yaşıyorsun. İçinde birikmiş ama bir türlü kuramadığın cümleler. Hep devrik kalıyor başkalarına sığınmak.

Sonra birden; ben benim diyorsun, akıyorsun zamana. Zamanda ağır aksak yaşamaya çalışıyorsun. Hangi sen içinin sindiği, hangisi koca bir tuzak, hangi sen sana hiç olmadığı/n kadar uzak hiç düşünmeden.

Bazen tek bir cümleye takılıp kalıyor işte hayat. Tek bir gecenin sabahı bekleniyor halihazırda, tek bir dokunuş tendeki, yüzdeki tek bir gülüş, tek bir bakıştaki göz, tek bir dildeki söz...Zaman işte tam da orada donup kalıyor. Sözcüklerin kalmıyor yeni cümleler kurmaya. Suskunluğun kendi içine bile sığamıyorken ne kadar da zor duyuluyor başkalarının sözlerinde fısıldanmak.

Sonra birden; ben kimim, diyorsun soruyorsun zamana. Zamanda o kaybettiğin kendini arıyorsun. Hangisi gerçekti, hangisi sadece bir düş, hangisi yüreğinden, aklından telafisi olmayan bir düş/üş hiç anlamadan.


Bazen geçip gidiyor da her şey, sen sadece bekliyorsun. Aslında kendini, sadece kendini beklediğinin farkında olmayarak...



                                                                                                                                              Mehmet...