30 Ekim 2011 Pazar

Kaderini Sev Ona Sahip Cık ....

Kaderini sev, ona sahip çık…

Ben yaratmış olmadığım halde mi?
Bana sunulmuş, hatta çoğu zaman ellerimi ayaklarımı çaprazlama kesmiş olduğu halde mi?
Hayır hayır… bu benim, benden olan, bana taraf olan şey değildi!
İyi bir şey mi bu kader, bana sunduğunu mu yoksa kaderin kendisini mi sevmeliyim.

Yoksa bana direk ‘kabul et işte lanet adam, artık bu budur!’mu diyorsunuz.
Yoksa ‘ne halin varsa gör’ mü…
Bence kimse kimseye bir şey demiyor, herkes anladığını kadarını yaşıyor hayatının, anlamadıklarını ise zaten hissetmiyor bile. Bu kader olmuş, şans olmuş kimin umurunda.
Bir şekilde, öyle ya da böyle geçip gidiyor artakalanda.
Değiştiremeyeceğimiz bir durum karşısında debelenmek, ahlayıp vahlanmak niye? ha tabi acı.

O değişmez, dinmesi kimi zaman imkansız kimi zaman uzun bir süreç gerektiren, mütevazi izlerimiz. Yoksa devasa mı demeliydim. Adını siz koyun. Bunun bir sonuca hizmet ettiğini düşünmüyorum. Zira egosu olan bir varlığın, acıyı anmadan, sızlanıp vahlanmadan zaman içinde seyrü sefer etmesi bilirim ki en ahmakça düşünce olurdu.
O yüzden, acılar yankılanacak, dağlardan ovalara inip, en uzaktaki köyün bilmem hangi duvarına çarpıp yok olana dek varlığını sürdürecek. İzi ise bir sonraki acıya kadar aynı yerinde kalacak.

Acılar ancak bir sonraki eşleniğine kadar hüküm sürer, yeni denk acı gelene dek, eski acımız en derin noktamızdır zira.
Ona saygı duyulur, özenle saklanır, kimi zaman toplumdaki statümüzü ve derinliğimizin ihtişamı hakkında kimlikler oluşturur. Bu yükselenlerin onuru ve kibridir aynı zamanda.
Anlamlı bir ağıttan yepyeni bir insan ve pekala bir medeniyet de yaratılabilir. İş ki onu yaşayan kirlenmemiş olsun!

Kaderini sev, ona sahip çık…

Önyargılar yıkılmayacak,
Paranoyalar daha da artacak,
Tabular bile ahlaki ögelerden uzak, bir nevi şekilcilikten öteye geçemeyecek
Hiçbir şey değişmeyecek…

‘Her masumiyet kendi zaman aşımının sonunda, bir yabaninin ellerinde son bulacak.’

Bunlar elbette benim öngörülerim, hatta çoğumuzun yaşadığı ortak duyguların kısa bir dizilimi. Peki aynı anda hepimiz masum muyuz? Ya da ne kadar önyargılıyız hayata ve bu hayatın insanlarına karşı bilinmez.

Fakat masumiyeti ve saflığı kime, neye, ne zaman, nasıl atfediyoruz? Hiç düşündünüz mü?

Ya da masum bir siluetin arkasında bir cellat olamaz mı? Elbette olur, zira ben bunca zaman saf ve masum bir görüntünün ardında o sıfatı hak edecek ruhsal bir varoluş henüz göremedim. (Göreniniz varsa da haber almak isterim hiç şüphesiz.) Ne var ki bahse konu tereddüt yüzde birlik dilim değil, genel olarak! bilinçaltımız da statü kazanan, saflığın ve masumiyetin bunu ne derece hak ettiği!

Saflığı ve temizliği çağrıştıran nesnelerin kuvvetli olmasından dolayı, insan suretlerin de saf ve masum görüntülerin, bilinçaltında zararsız ve çekici olarak algılanması en büyük yanılsamaların başında gelir.

Bugün karşınızda saf ve masum bir görüntüye sahip herhangi bir insan karşısında, yelkenlerinizi indirip diyaloğunuzu daha samimi kurmanıza sebep olan şey, ne karşınızdakinin olağanüstü yetenekleri ne de sahip olduğu o suret dışında başka bir yetidir.

Tek suçlu burada su ögesidir. Saflığın ve temizliğin en büyük, en güçlü, en değişmez sembolü! Çoğunun zihninde berrak suların canlanması da bundan dolayıdır.

İnsanda masumiyet görüntüsü, su ögesi ile o denli özdeşleşmiştir ki, saf ve masum görüntü aslında diğerleri açısından bir nevide ruhsal arınma ve günah çıkartma olarak adlandırılabilir.

Her insan karşısında ister istemez (inkar edenler olacaktır) beyaz ya da sarışın bir ten olsun ister, esmer ya da siyah ten toprağı çağrıştırır ve bu daha gerçektir! (Dolayısıyla gerçeklik Romantizm’in önünde sıkı bir engeldir.) En ufak hata göze batacak; sorunlar, güvensizlikler ve şüpheler zamanla su üstüne çıkmaya başlayacaktır. Esmer ya da siyah tenli insanlara karşı duyulan kin ve öfke, aslında ufak bir hatanın, bazen haddinden fazla büyütülmesi ile açıklanabilir. Bilinçaltın da öteki çağrışıma nazaran tahammül sınırları daha düşüktür. Oysa su ögesini çağrıştıran beyaz ya da sarışın tenlerde bu durum farklıdır. Hayal gücü ve betimleme daha yüksek, ve bunun bir sonucu olarak da tahammül sınırı, hüsrana ve derin acılara dayanana dek daha yüksektir. Farkındalık oldukça gecikmeli olarak işlevini görür. Onların anlamlı bir duruşunun olup olmaması kimsenin umurunda değildir esasen! Ne derece doğru konuştuğu ya da inançları da önemli değildir. Önemli olan burada ruhsal arınma ve iç huzurdur. Bir nevi transa geçme söz konusu da olabilir. Bazen hipnozite edildiğinizin farkına bile varamayabilirsiniz.

( Eski toplumlarda, kabileler de Tanrı’ya adanan insanların renklerini düşünün )

Masumiyet, saflık çağrıştırdığı son derece kuvvetli ve psişik ögelerle sizi rehin almıştır ki, bundan kurtulması biraz önce de bahsettiğim gibi, ruhunuza kuvvetli bir çuvaldız batırılmasıyla, acıyı ya da hüsranı derinden hissetmenizle olanıklıdır. Masumiyet hiç büyümeyen bir çocuk gibi biraz hayalperest, hatta haddinden fazla Romantiktir de. Masumiyet kendine yeni ebeveynler ve sahipler ararken, salt yükten, zorlanımdan başka bir şey getirmez. Aidiyet duygusu onlar da fazlaca mevcuttur. O saf ve masum görüntüyü sürdürebilmek için, güçlü ve sahiplenici olana yönelecek, kendi varlığını güvenli bir ortamda devam ettirecektir. (Sarışın ve beyazlara, beyazı burada ben katıyorum, aptal savı bu yüzden atılmış olabilir mi?) Belki de çağımız da herkesin sarı civcivlere dönüşme isteği (Erkekler dahil!) bu kuvvetli çağrışımın ve hipnozun yüzünden olabilir. Saf ve masum görüntünün ardındaki bu gerçek işleyiş ve yadsınamaz çağrışım ana kaynağını hiç şüphesiz doğadan alır.

Tarihe bakıldığı zamanda, bu konudaki işleyiş bizi fazlasıyla haklı çıkarır bir tutum sergiler. Esmer ve siyahların, beyaz ve sarışın toplumlara karşı mücadele ettiği çoğu savaşta galibiyeti kazanan taraf olması, fakat tarih boyunca ihanete uğrayıp, haklı galibiyetlerine nazaran sömürge olarak kalmaları yine bu durumla açıklanabilir. O yüzdendir ki barbar olmanın da (uygarlaşmamış, kıyıcı, kırıcı vb.) bazen avantajları olduğu söylenebilir! En azından itkisel davranmanın avantajları olacağı gibi.

Bu konuyu biraz daha gözlerinizin önüne serdiğiniz de, araştırmaya girebilecek kadar cesaretiniz varsa, Hindistan’da ve Cezayir’de yapılan soykırımlara (Sadece iki tanesi!) ve siyahlara karşı yapılan soykırımın, hangi toplumlar, hangi ihtiraslar ve hayalperestlikler! sonucu yapıldığını da öğrenmeyi unutmayın lütfen.

Masumiyet; sudur, beyazdır, berraktır, göze çarpmayandır, temizliğin ve yüce duyguların, mavi beyaz göğün, kimi zaman güneşin güçlü ve aydınlatan ışığıdır.
Masumiyet; hayalperestliktir, ihtirastır, şehvettir, savunmasız savunma, eylemsiz eylemdir.

Susuzluğunuza dayanabildiğiniz ölçüde, tüm bu yazılanları reddedebilirsiniz. Yüksek acılarınız, hatalarınız, sığınma ve kaybolma güdüleriniz, gerçeklikten kayacak kadar hayalleriniz, arzularınız, ihtiraslarınız ve sonsuz içsel öfkeleriniz (Sebebi önemsiz.) varsa da korkarım suya ihtiyacınız olacaktır. O yüzden sizlere tavsiyem, kuzey ülkelere kaçmanızdır. En azından onlar bunun farkında olmayabilirler. Pek sanmasam da…

Masumiyet bir gümüş gibidir! Alıcısı çıkmadığı takdirde (ki bunlar ender ve pahalı koleksiyonlardır) zamanla kararacak ve en sonunda vitrinden inip, diğer ucuz koleksiyonların yanında sergilenecek ve son derece ucuz bir rakama yeni sahibine teslim edilecektir.
Yeni sahip ise aldığı ucuz malın değerini yeteri kadar bilmeyecek ve ilk arızasında, bir köşeye fırlatıp atacaktır.

Saflık ve masumiyet aşksal açıdan incelendiğinde, ortaya çıkan manzara genelde iç karartıcıdır. Çünkü çoğu insan en büyük travmalarını (yani aşksal olanların içinde) saf ve masum bir görüntüden mahrum kaldığı için yaşar. Aşksal acıları boyutlandıran tutku ve ihtiras, en çok saf ve masum bir görüntüye sahip olanlar da, dolayısıyla bir genelleme yapmaksızın beyaz ve sarışın olanlarda vuku bulur!

Aslında bu gizli bir alışveriş de olabilir, bir taraf tanrı derecesinde saf ve masum olanı yüceltirken, diğer taraf halinden memnun ve hükmedici konumunda da olabilir! Ve istekleri sizi bazen hayalkırıklığına uğratabilir. Sanırım buna dikkat edilmesi gerekir.

Önyargıların yıkılması zor olduğu kadar bunların ayırtedilmesi daha da zordur, çünkü şekilcilik dediğimiz; biçimcilikle, sarmaş dolaş olmuş bir karakter yapısına ulaşmış olmamız içten bile değildir.

Saf ve masum olana karşı beslenen tarihi bu yanılgı, umarım benim bu kısa önsözümle kısıtlı kalmaz.

‘Eninde sonunda toprağa düşmeyecek mi, her su damlası’


' Masumuniyetinizi ve saflıgınızı hic bir zaman kayıp etmeyiniz.. ! '

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder