30 Ekim 2011 Pazar

Taksim'den Beşiktaş!a Yürüyüş.. '' Gece 1:30 ... ''

Sakin bir İstanbul köşesi, yanyana oturmuşuz, muhabbet ediyoruz. Mis gibi kahve kokusu, lugatımda keyife denk. Keyifli bir buluşma olması gerek bunun teoride, şartlar da bu yönde ayarlandı. Ama bir türlü olmuyor, bir şey eksik veya yanlış hissi var. Sanki bir parça inatla oturmuyor yerine. Bu “trank” sesini duymadan da yanımdakinin ne dediğine konsantre olamıyorum.. Bazı durumlar için önceden hazırlanmış formatlar vardır. Beyin buna göre programlar kendini.

Eğlenmek üzere dışarı çıkılıyorsa mesela, ilgili mekana adım atar atmaz eğlenmeye başlanılır; toplantıya girilecekse, toplantı odasının yolunu tutar tutmaz ciddileşilir vs vs.. Bu iyi midir kötü müdür, bilemiyorum ama oynadığımız rollerin gereğidir. Herkes günlük hayatında birkaç farklı role bürünüyor. Bunu bilinçli olarak yapanlar da var, farkında bile olmayanlar da. Öyle ya da böyle, bu roller dış mihrakların işidir. İçinde bulunulan toplum tarafından dayatılan, belletilen davranış kalıplarıdır. Bilinçliysek, geçici olarak oynamaya zorlandığımız karakterler, bilinçli olmayanlar için başarının sihirli formülleridir. Dolayısıyla insanların pek “içinden geldiği gibi” var olma şansları yok hayatta.

Hiç Hawai gömleği ve sandaletleriyle karşınızda oturup gazoz içen bir bankacı gördünüz mü mesela? Göremezsiniz, çünkü bankacılık ciddi iştir. Karşınızdaki kurum sizin paranızı korumaya hatta arttırmaya, yapmak istedikleriniz için para sağlamaya adaydır ve herşeyden önce güven telkin etmesi gerekir. Format gereği, banka bünyesindeki çalışanların da bu çizgide olması şarttır. Konu mankeni bankacı ( Hawai gömlekli, gazoz içen hani ) sizde sempati uyandırdığı için faturalarınızı o bankadan ödemeyi tercih edebilirsiniz belki. Ama bol sıfırlı YTL hesabını işletecek banka arayan bir müşteri, bizim banka memuru “Abi, naapcan tahvili. Gel sana vadeli hesap açalım faiziyle mis gibi yaşarsın Antalya’da” dediği anda, bond çantasını da kapıp soluğu en yakın “banka gibi” bankada alacaktır. İşin trajikomik cephesi, iş dışında kalan ilişkilerde de bu rollerin oynanmaya devam etmesi.

İnsanoğlunun en büyük derdidir beğenilmek. Sosyal bir hayvan olduğumuzdan ötürü, derecesi değişmekle beraber, hepimizde mevcut bu ihtiyaç. “İçerideki” ses, hani hep bastırıp durduğumuz, adam yerine koymadığımız o ses, ne kadar çok şikayet ediyorsa, o oranda artıyor beğenilme ihtiyacı. Hayatı doğru yaşadığımıza dair onay almak istiyoruz etrafımızdakilerden. Herkes tarafından başarılı, mutlu görülen, beğenilen biri olmak, içerideki huysuz sese verilecek en kuvvetli cevaptır çünkü. Bu noktada kısırdöngüye dönüşüyor durum. Toplumun takdirini kazanmak, çoğu zaman kendini çiğneyip başkalarının tercihlerine göre yaşamak demek. Hayat ne kadar az kendi tercihlerimiz etrafında örüldüyse, içerideki ses de o kadar çok isyan edecek demek.

Yapılacak iki şey var :

a.Oynanan rolleri oyun bittiğinde sahnede bırakıp çıkmak, içerideki sesle dost yaşamak. Ama toplum içinde, sürüden biri olarak değil de, özerk bir birey olarak var olmak zor iş, kurt murt kapabilir.

b. İçeridekine “baybay” deyip üzerine '' beton dökmek '' ve sosyal başarının doruklarına yollanmak. Zaten beğenileceğim diye çabaladığımız sürece, içeridekinin duvarları kalınlaşacak ve bir süre sonra sesi duyulmaz olacaktır ( beton masrafından yırtabiliriz yani).

Geriye sebebini bulamadığımız bir tatminsizlik hissi kalabilir ama onu da yoğunlaştırılmış yoga kursuyla, latin danslarıyla, seyahatlerle, “çok eğlenilen” Cumartesi geceleriyle, olmadı feng shui ile filan hallederiz artık. Kahveden bir yudum aldım.. Soğumuş. Sonra yanımdakinin sesi netleşiverdi birden. İşini anlatıyor bana bir sürü İngilizce kısaltmalarla; ne kadar başarılı, ne kadar mutlu olduğundan, kendini nasıl iyi hissettiğinden bahsediyor. Aslında muhabbet etmekten çok, bir reklam filmi izler gibiyim.. "Aa.. dur, dur azcık" Işık.. Sıcacık..

Rengarenk.. Her renk bir enstrüman.. Her tonu bir nota.. Bütünleşiyorlar.. Ayrışıyorlar.. Bütünler.. Tek vücutlar.. Tek tek dokunuyorlar.. Birlikte sarılıyorlar.. Dağılıp dolduruyorlar.. Birleşip kavrıyorlar.. Yağmur olup üzerime düşüyorlar.. Buhara dönüp tenimde, çevreliyorlar.. Hayata döndürmek için doluyorlar ciğerlerime.. Atışları kuvvetleniyor nabzımın, yüreğimde toplanıyorlar.. Birleşiyorlar.. Bütünleşiyorlar.. Tek vücutlar.. Yaş oluyorlar.. Teker teker gözlerimden düşüyorlar..

Temizliyorlar fluluğu.. Her damla bir kristal.. Kırıyorlar ışığı.. Işıldıyorlar.. Ayrışıyorlar.. Rengarenk.. Her renk bir enstrüman.. Her tonu bir nota.. Tek tek dokunuyorlar.. Birlikte söylüyorlar.. Bir ilahi.. Yükseliyorlar.. Yükseltiyorlar.. Isınıyorum.. Işıldıyorum.. Rengarenk.. Şarkılar söylüyorum.. Korkuyorum dağılmaktan.. Ama çağırıyor, duyuyorum.. Konuştukça çözünüyor sözcüklerim.. Ayrışıyorum.. Sözcükler seslere.. Dönüşüyorum.. Sesler notalara.. Söylüyorum.. Notalar kalp atışlarına.. Tek vücudum.. Birleşiyorum.. Yağmur olmuşum meğer.. Teker teker düşüyorum.. ( Bu yağmur başka.. Demiştim sana..)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder